On the Beach at Night Alone (2017) – Hakkında Yazması İzlemesinden Daha İlginç

Oki’s Movie için yazdığım yazının sonunda, filmin kendisinden aşırı hoşlanmadığımı ancak yönetmen Hong Sang-Soo‘nun diğer filmlerine bakmak için heyecanlandırdığını yazmıştım. Yönetmenin bir diğer filmi olan On the Beach at Night Alone hakkında yazmak için tekrardan buradayım.

Park Chan Wook ve Bong Joon Ho gibi isimlerin yapmış olduğu gerilim dolu, intikam odaklı, stilistik ve yer yer vahşi filmleri ile bilinen Kore sinemasından, eserlerinin sessizliği, doğallığı, ilginç anlatı yapılarına sahip olmaları ve kişisellikleri ile ayrılan yönetmen Hong Sang-Soo, film çevresinde üretkenliği ile tanınan ve saygı gören bir isim. 2017’de vizyona giren üç filmden ilki olan On the Beach at Night Alone, üzerinde çalıştığı medyayı sinema, ilişkiler ve insanlık üzerine kendi düşüncelerini aktarmak için kullanan yönetmenin en kişisel filmi.

Yönetmenin, ilk olarak 2015 yapımı Right Now, Wrong Then filminde oynayan Kim Min Hee ile evlilik dışı ilişki yaşadığına dair 2016’da dedikodular çıkmıştı. Filmin Seul açılışında bu ilişkiyi doğrulayan yönetmen sadece ilişkinin varlığını açıklamayıp On the Beach at Night Alone ile bu ilişki hakkında konuşanlara ve izleyicilere kendi hislerini aktarıyor.

Film, Young-Hee isimli yıldızı sönmüş bir aktrisin, evli bir yönetmen ile olan ilişkisi hakkında düşüncelerini ele alıyor. Hamburg’a giden Young-Hee, bir yandan zaman geçirirken diğer yandan yönetmenin onu kendisi kadar özleyip özlemediğini merak ediyor.

Film izlediğim tüm Hong Sang-Soo filmleri gibi birden fazla kısımdan oluşuyor. İlk kısımda Almanya’da düşüncelerini netleştirmeye çalışan ve sevgilisi hakkında düşünen Young-Hee, ikinci kısımda Kore’de film endüstrisinden bir çok tanıdığı bulunan bir sahil kasabasını ziyaret ediyor. Yönetmen bu yan karakterler üzerinden izleyicilere; birbirini seven iki yetişkin arasındaki bir ilişkiden insanların niye bu kadar olay çıkardığını, niye onları yalnız bırakamadığını soruyor. İnsanların acımasız davrandığından bahsedip Young-Hee’ye acıyor. Filmin son kısmında, yönetmenin ekibi ile sahilde karşılaşan Young-Hee, sofrada direktör ve ekibi ile karşılıklı içki içiyor. Young Hee ile tartışmaya başlayan yönetmen ayrılığından, pişmanlığından ve nasıl çöktüğünden bahsediyor. Young-Hee, eski sevgilisine “pişman olma” diyor. Yönetmen, ona bu acıyla yaşamak istediğini mi düşündüğünü soruyor. Ancak zamanla birlikte bu acıya alıştığını ve bu acıyla birlikte ölmek istediğini söyleyen yönetmen, filme ilham veren kitaptan bir kısım okuyor. Dileği yerine gelirmiş gibi yönetmenin çöküşünü izleyen Young-Hee’nin yüzünden sıkkınlık ve ilgi duymazlık okunuyor.

Ayrılma zamanı geldi. O kabinde gözlerimiz buluştuğunda kendimize hakimiyetimiz bizi terk etti. Ben onu kollarımı aldım, o yüzünü göğsüme bastırdı. Gözlerinden yaşlar aktı. Yüzünü, omuzlarını ve göz yaşlarıyla ıslanmış ellerini öperken biz gerçekten mutsuzduk. Ona aşkımı itiraf ettim ve kalbim yanar gibi bir ağrıyla; bizi sevmekten alıkoyan her şeyin ne kadar gereksiz, ne kadar önemsiz ve ne kadar aldatıcı olduğunu anladım. Sevdiğin zaman, o aşkla ilgili akıl yürütmene en yüce olandan, mutluluktan, mutsuzluktan ya da kabul edilen anlamlarından daha önemli olandan başlamalısın, yoksa hiç akıl yürütmemelisin, o zaman anladım.

En sonunda ise Young-Hee sanki hiç yönetmenin ekibi ile karşılaşmamış gibi sahilde uyanıyor ve film sonra eriyor. Tüm bu olanlar bir rüya mı? Belki de öyle. İlk kısmın sonunda Young-Hee’yi sahneden siyahlara bürünmüş bir adam omzunda baygın halde kaçırıyor. İkinci kısımda ise bu adamı Young Hee’nin otel odasının camını temizlerken görüyoruz. Bu adamın varlığını kimse fark etmiyor. Durum böyle iken neyin gerçek neyin rüya olduğu konusunda emin değilim.

Film hakkındaki düşüncelerim, Oki’s Movie hakkındaki düşüncelerim (ortalama üstü bulmam) ile örtüşüyor. Hatta On the Beach at Night Alone‘un büyük kardeşine oranla daha az hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Film, yönetmenin ve oyuncunun aralarındaki ilişkinin üzerlerine etkisi için ilginç üstmetin bir açıklama . Ancak Hong‘un filmlerine veya hayatına hala çok aşina olmayan benim gibi birisi için filmdeki hassas kişisellik yerini bir hastalık seviyesinde kendini sevgi ve kendine düşkünlüğe yer bırakıyor gibi geliyor. Diğer filmlerine göre, düşüncelerini söylemeye daha düz yaklaşımı, karakterlerin duygularını dışa vurmadaki dolaysızlığı, kendi kendi avutur anları filmi yer yer bize sunulacak değil de gizli tutulacak bir şeymiş gibi gösteriyor. Siyahlar içindeki karakter bize çözülmeyi geçtim, hakkında yorum oluşturmamız ve hatta varlığını sindirmemiz için bile hiç bir ipucu bırakmıyor.

Kendimi yine ilginç bir noktada buluyorum .Üst üste ortalamanın üzerinde bulduğum ikinci Hong Sang-Soo filmi olsa da yönetmenin diğer filmlerini de izlemek merak uyandırıyor. Filmin çoğu izleyicinin hoşuna gitmeyeceğini düşünüyorum ama belli bir kısmın filmi çok sevdiği konusunda da şüphem yok.

Yorum bırakın

WordPress.com ile böyle bir site tasarlayın
Başlayın